30 Nisan 2016 Cumartesi

Kaşif ve Gezgin

Piri Reis


Doğum tarihi bilinmemektedir. 155 i’te Kanuni tarufmdan boynu vurdurulmuştur. Denizcilik ve coğrafya alanındaki eserleriyle ünlüdür.


Piri Reis, gemiciliğe beşledikten eonre Akdenizli* İren ysmnı dolsstı. Yeninde vnlır tığı Kemel Rele, korsanlığı bırakıp devlet hlımetlne geçince Plrt Reis de onu İsledi II. Beyeıld devrindeki denli eeveylertnde Un yepmeye başladı, Yavuz Selim ve ksnunl Süleyman semenlerindeki denli savaşlarına da katıldı Pir silrft Barbaros’la çalıştı 1531 ‘do Mısır Donanmaeı Kumandanı oldu. 3t parça gtml ila Suvaya’tan kalkarak Kı zıldenls’l geçip Basra körfeslne açıldı Arabistan yarımadasındaki Aden kelesini aldı Fakat stratejik Önemi bulunen Hürmüş adasını, ede helkının verdiği kıymetli hediyeler yüzünden, zaptetmedi Portekiz donanmasıyla de eeveşmeyıp î gemi ve ganimet terle Mıeır’e dündü ve bu hettlerını heyetiyle ödedi Plrt Rele’ln. Akdeniz’in butun sahillerini anlatan Kitabı Bahrlyye adlı cogrelys kitabı ve değerli bir atlası vardır.


Nicolas Appert


Fransız ticaret adamı ve mucidi 1752’de Chülonssur-Mame’da (Fransa) doğdu, lMl’de Mnssy’de (Fransa) öldü.


Besin konserveleri sanayisinin öncüsüdür. Bugün bütün dünyada o keder gallfmie bulunan beeln konserveleri aanayll, 1790 yıllarınn doğru Paris’te şekercilik yapmakta olan Nicolas Apperte çok saylar borçludur. Zira Appert çok sıkı kepeli kaplara konarak hlt süre kaynatılan besin maddelerinin içindeki mayelerın sıcaklık etkisiyle yok edilebileceğini düşünmüştü mayaları alınmış bu yiyecekler, uzun süre bozulmadan yanabilecek dununda kalabilirdi. Hemen deneye girişen Appert hava almayacak şekilde sımsıkı kapanığı cam kavanozlara meyve, hattâ süt gibi besinleri koydu vs bunları su dolu hlr kabın içinde tutarak kaynattı vo umduğu sonucu aldı Aylar soma Appertin hamle dığı konservelerle uzun bir eslere çıkan gemiciler, kış ortasında, llkbahaı sebzelerini lezzetla yediklerini söylediler


Branly


Édouard Branly Fransız öğretmeni ve fizikçisi, 1844’te Amiens’de (Fransa) doğdu, 1940’ta Paris’te öldü.


Branly borusu diye de anılan ilk telsiz telgraf alıcısını gerçekleşleştirdi. Paris’teki Katolik Enstitüsü’ndekl laboratuvarında. Profesör Branly on beş yıldan beri aynı konu üzerinde sürekli bir şekilde deneyler yapmaktaydı. İçine maden talaşı doldurulmuş ve İki ucu madeni birer kapakla kapatılmış ince cam tüpten, biraz ötede bir kıvılcım çaktırıldığı zaman akım geçiyordu. 1890 yılında bir gün, asistanının da yardımıyla Branly, kesin bir deneye girişti: Asistan, kıvılcımı bir başka binada çaktırdı. Gayet tabii, arada birçok duvar vardı. Buna rağmen İçinde maden talaşı bulunan tüp, elektrik akımını aldı. Telsiz telgraf işaretlerini almaya yarayan ve ileride Marconi tarafından uzağa yayın deneylerinde kullanılacak olan âlet bu şekilde gerçekleşmiş oluyordu. Branly, sâkin ve mutlu bir halde evine döndü ve yorgunluğunu gidermek üzere öğrencilerinin çözmeleri için birkaç problem hazırlamaya koyuldu.


 


 


 

23 Nisan 2016 Cumartesi

İstanbul’un Eski Tarihinde Yer Alan Tokatlıyan Oteli ve Çevresinin Tarihi Turu

Tam karşımızdaki Tokatlıyan İş Hanı’nın yerinde bir zamanlar Beyoğlu’nun en gözde mekânlarından olan Tokatlıyan Oteli bulunuyordu. Ermeni mimar Hovsep Aznavuryan tarafından yapılan binanın sahibi bir başka Ermeni, Mıgirdiç Tokatlıyan’dı. Tokatlıyan, babası ve kardeşi Bedros’la beraber Sandal Bedesteni yakınlarında envai çeşit Ermenikari yemeklerin bulunduğu bir lokanta işleterek isim yaptıktan sonra 1897’de burada görkemli anlamına gelen Splendid Restoran’ı (Restaurant Splendide) açmıştı. Tokatlıyan, Pera Palas ve Park Otel ile birlikte İstanbul’un en lüks üç otelinden birisiydi.


Üstü yelpaze biçimli cam almlıklı kapısı ve geniş vitrinli pencereleri vardı. Pastanenin cam kenarındaki masalarda oturan müşterilerin tam görünmemeleri için vitrinler yanm boy, büzgülü tülle kaplıydı. Servis takımları ise gümüş ve markalıydı. Avrupa başkentlerinin lüks otel ve lokantalarıyla yarışacak kadar kaliteli hizmet veren Tokatlıyan’ın alt katı lokanta, pastane ve kafe, üst katlarıysa otel olarak işletiliyordu. Girişi mermer ve bronz heykellerle süslü olan lokantasında 1940’lı ve 50’li yıllarda zamanın ünlü müzisyenleri sahne alırdı.


Bunlardan birisi de ince bıyıklı, koca burunlu şovmen Kirkor Kirkoryan’dı (Gregor Gregorian). Gençliğinde İstanbul’dan Paris’e giden Kirkoryan, burada dönemin ünlü Fransız caz sanatçısı Ray Ventura’nm orkestrasında bir başka İstanbullu olan arkadaşı baterist Kirkor Aslan (Coco) ile birlikte bir süre çalışmıştı. Kirkor Aslan İstanbul’a dönmüş, Kirkor Kirkoryan ise müzikten sinemaya geçerek, kel kafası, patlak gözleri ve upuzun yüzü ile birçok filmde karakter oyuncusu olarak ün yapmıştı.


Kirkor Kirkoryan’ın Fransa’ya yerleşmesinden sonra Tokatlıyan’da gece on birden sabah beşe kadar çalmasıyla ün yapan piyanist Perez çıkmaya başladı. Piyanist Perez’in, takip eden yıllarda İlham Gencer’in yetişmesinde büyük emeği geçti. Müdavimleri arasında Ahmet Rasim, Yahya Kemal (Beyatiı), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Halit Fahri, Ercüment Ekrem (Talu), Abdül-hak Hamit (Tarhan), Fazıl Ahmet (Aykaç), Refik Halit (Karay), Aka Gündüz ve Sait Faik (Abasıyanık) gibi isimlerin yer aldığı Tokatlı-yan, 1950’lere kadar ününü ve süksesini yitirmedi. Gün geldi, Mıgir-diç Efendi’nin öz kızı, Yugoslav asıllı eşi Medoviç ile birlikte otelin yönetimini devraldı. Kız ve damat bir olup mu gönderdiler, yoksa kendi isteğiyle mi gitti bilinmez, Mıgirdiç Efendi ömrünün son yıllarında Nice’e yerleşti ve burada öldü. Tokatlıyan Oteli’nin kaderi de sahi-bininki gibi hüzünlü oldu. Önce, Karadenizli bir vatandaş oteli satın alarak Konak Oteli’ne çevirdi. Mahkemedir, tahliyedir derken otel boşaltıldı, her taraf sökülüp atıldı, tarih eşyalar da kaybolup gitti. O gün bugündür otel artık sevimsiz bir işhanı görünümünde.


 

6 Nisan 2016 Çarşamba

İstanbul Gümüşsuyu’nda Tarihi Yapı Analizleri

Gümüşsuyu’nda karşılıklı olarak iki koca bina duruyor. Birisi estetik, diğeri ise çirkinlik abidesi olarak yükselen bu iki binayı es geçmek olmaz. Bunlardan ilki Park Oteli ya da bugünkü haliyle Sürmeli Otoparkı. Tabii otoparkın tarihinden bahsedecek değiliz. Park Otoparkı’nın bulunduğu yerde Park Oteli vardı. Ondan da geriye gidersek, otel henüz yokken, yani 19. yüzyılın ikinci yansında bu bölgede İtalyan Elçisi Baron Alberto Blanc’nın konağı vardı. Söylenenlere göre iflasın eşiğine gelen Blanc bu% konağı 1897’de Berlin Sefiri Ahmed Tevfik Paşa’ya sattı.


Tevfik Paşa, İsviçreli eşiyle beraber bu eşsiz Boğaz manzaralı konakta on dört sene yaşadı. Konağın bir kısmının 1911’de yanmasının ardından, Pera Palas ve Tokatlıyan’ın eski günlerinde olmadığım düşünen Tevfik Paşa’nm oğlu Ali Nuri Okday, buraya bir otel yapmaya karar verdi. Otel 1930 yılında “en güzel deniz manzarası anlamında” anlamında Miramare adıyla açıldı.


Bir yıl sonra da Park Otel adını aldı ve kısa sürede özellikle barıyla dünyanın en iyi otellerinden birisi olarak ünlendi. Şüphesiz bu ününe kavuşmasında otelin efsane müdürü ufak tefek, gümüş saçlı, filozof bakışlı, setre pantolonlu Aram Efendi’nin (Aram Hıdıryan) rolü büyüktü. Yahya Kemal on altı yıl boyunca aralıksız otelin müdavimi oldu.


Adnan Menderes İstanbul’a geldiği zamanlarda daima burada kalırdı. Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Münir Nurettin Selçuk yine bu otelde kalan ünlü isimlerdi. Bir İtalyan ustanın elinden çıkma gül ağacı ve meşeden oyma ban da otelin kendisi kadar ünlüydü. Rakıcıların kekikli zeytin ve kırmızı biberli küp beyaz peynirinin burada ortaya çıktığı hâlâ söylenir. Fransız gümüşü kaplarda incecik pudra şekeriyle beraber servis edilen cinfizz’i ve kuru üzümlü martinisi de spesiyalleri arasındaydı.


Tango partileri, beş çayları ve özel gecelerle Park Otel kırk yıl boyunca sosyeteyi, edebiyatçıları, ressamları ve politikacıyı kendisine çekmişti. Fakat gün geldi, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sorunları otel de yaşadı. Tüm bunlara Hüton ve Divan gibi konforlu otellerin açılması eklenince, Park Otel 1979 yılında demir kapısını müşterilerine kapattı. Sürmeli Holding tarafından satın alman bina kentin en panoramik yerine yirmi altı katlı “modem” bir otel yapma düşüncesiyle yıkıldı. Yıllar süren hukuki mücadeleyi kazanan İstanbul oldu ve buraya yeni bir beton yığınının dikilmesine son anda engel olundu ama iş işten çoktan geçmiş, güzelim Park Otel yerle bir edilmişti. Neyse ki meşhur ban ve PO yazılı porselen takınılan yeni yapılması düşünülen otele konulması düşünüldüğünden korunabildi.


Alman elçilik olarak hizmet veren yapı 1923’ten sonra Alman Konsolosluğu adını aldı. Aslında Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki diplomatik üişkiler, Almanya’nın henüz Prusya Krallığı olduğu dönemde başlamıştı. 1865’te Prusya Elçisi olarak İstanbul’a gelen Kont St. Simon, Galata Kulesi yakınlarındaki Yazıcı Sokak’ta, bugün yerinde Doğan Apartmanı’nın yükseldiği eski bir Osmanlı konağı olan Mahmud Paşa Konağı’nda kalıyordu.


Eski konakta bitip tükenmek bilmeyen sorunlar elçiyi isyan noktasına getirmiş ve Berlin’e bir mektup yazmaya zorlamıştı. Tavandan şıpır şıpır damlayan sulardan bahsettiği mektubu, Alman devletini etkilemiş olmalı ki daha büyük ve modem bir elçilik binası yapılmasına karar verildi. 1870’lerin ortalarında Grand Rue de Pera üzerinde yeterince geniş arazi kalmamış olmasının yanı sıra Boğaziçi ve Marmara’ya hakim manzarası Almanları burada bir elçilik binası yapmaya teşvik etmişti.


Yapımına 1874’te başlanan ve 1877’de tamamlanan bina Almanya’nın 1871’de ulusal birliğini oluşturmasından sonra yabancı bir ülkede yaptırdığı İlk elçilik binası olma özelliğine sahip. Mimarı Hubert Göbbels, 1872’de İstanbul’a gelmişti. İstanbul’da projeyi hazırlamasi koşulların ve isteklerin sık sık değişmesi nedeniyle iki yıl surdu. Ama kendisi bu önemli yapısının bittiğini göremeden 1874’te genç yaşta öldü. Binanın inşaatı yardımcısı Albert Kortüm tarafından tamamlandı. Mimar Göbbels, bir diğer projesi olan Alman Hastanesi’nin de bittiğini göremedi. Hastane ölümünden sonraki üç yılda inşa edildi. Binanın dört köşesinde bir zamanlar kartal figürleri bulunuyordu. Bu özelliğinden dolayı binaya Kuş Sarayı (Pala-is d’Oiseau) adı verilmişti.


Dönemin Alman gazeteleri bu figürleri “Avrupa ve Asya’yı kucaklamak isteyen” kartallara benzeterek Alman İmparatorluğu imgesini vurgularlar. Ancak, Almanlar Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılınca, 1918’den sonra bu figürler kaldırıldı.


Alman Konsolosluğumun hemen karşı çaprazında Gümüşsüyü Askeri Hastanesi yer alıyor. Sultan Abdülmecid Gümüşsüyü Kışlası’ndaki topçu askerlerin tedavileri için bu hastaneyi yaptırmıştı. Hastaneyi İngiliz Konsolosluğu’nun miman W.J. Smith 1850’de tamamlamıştı. Hastanenin bir diğer özelliğiyse Osmanlı’da sıcak su ile ısıtılan ilk bina olması. Caddenin karşısındaki Japon Konsolosluğu binası ise OsmanlI Bankası’nın eski müdürlerinden Arnavut asıllı Rum olan Pan-galis Beyün evi olarak 1904’te inşa edildi. İnönü Caddesi üzerinde günümüzdeki tek ahşap bina olan üç katlı konak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japon Elçiliği olarak kiralandı, 1928’de de Japonya’nın malı oldu. 1937’de elçilik Ankara’ya taşınınca, önce Japon elçisinin yazlık konutu, sonra da Japonya’nın İstanbul Başkonsolosluğu oldu. Almanya ve Japonya’nın dünya siyasetine geç girmesi bir bakıma Pera’da da kendini hissettiriyor.


Gümüşsüyü ve Ayaspaşa günümüzde de İstanbul ve Beyoğlu’nun seçkin yerleşim bölgelerinden birisidir. Eskisi 19. yüzyıl başından kalan apartmanlarda, aralarında tanınmış isimlerin de bulunduğu sanatçı, edebiyatçı, doktor, mühendis gibi orta-üst ve üst sınıfa mensup kişiler oturmaktadır.


Park Oteli ve Alman Konsolosluğu’nun ortasındaki yokuştan inildiğinde, Selime Hatun Camii ve aşağısında sağda Süryani Katolik Patriklik Binası bulunuyor. Oradan sonra da Kabataş’ın inişli çıkışlı dar sokaklarına gidiliyor. Aralarında “Sormagir”, “Pürtelaş”, “Çifte Vav” gibi ilginç isimli olanları da var. Arazi oldukça dik olduğu için, İstanbul’un en bildik merdivenleri ve yokuşları da Ayaspaşa’nın alt taraflarında bulunuyor. Ancak, kitabı Beyoğlu ile sınırlı tuttuğumuz için oralara girmeyerek geziyi burada noktalıyoruz.