Yürüyüşe kaldığımız yerden devam edelim. Deva Çıkmazı’na sokağa girip ilerleyelim. Deva Çıkmazı adını Vasil Anastasiadis’in bir zamanlar bu sokakta bulunan eczanesinden alıyor. Sokağın sonuna doğru hafifçe dalgalanan bir İtalyan bayrağıyla karşılaşıyoruz. Ve bayrağın hemen yanında da bir tabela: İtalyan İşçileri Dayanışma Demeği (Societa Operaia Italiana). İtalyan işçileriyle İstanbul’un ne alakası olabilir ki? İşte öyküsü:
- yüzyılın ikinci yansında İtalya’da baş gösteren ekonomik kriz ve işsizlik sonucu binlerce İtalyan, Doğu Akdeniz’in liman kentlerine göç edip çalışmaya başlar. Bu kentlerde şanslannı deneyenler arasında önemli bir grup da inşaat işçi ve ustalandır. İşte bu koşullarda, 1863’te İstanbul’da İtalyan İşçileri Dayanışma Demeği kuruluyor. İtalyanca’sı, La Societa Operia Italiana di Muttuo Soccorsa (kısaca Operaia Italiana) olan demek, işçilerin ortak sorunlanna çözüm bulmak amacı ile oluşturuluyor. Societa denince, akla az önce bahsettiğimiz Giuseppe Garibaldi’nin gelmemesi mümkün mü?
Ünlü İtalyan generali ve vatansever Garibaldi’nin 1862’de Roma’daki yenilgisinin ardından İstanbul’a gelip Linardi Sokak’taki Madam Mancardi’nin pansiyonunda kaldığından söz etmiştik. Garibaldi’nin İstanbul günleri oldukça hareketli geçer. Beraberinde Napolili ve Kırmızı Gömleklilerden oluşan bir grupla İstanbul’a gelen Garibaldi, Societa’nm başkanlığına seçüen ilk kişi olur. 1862 yılındaki doğum gününü Galatasaray’da o dönemin ünlü Naum Tiyatrosu’nda kutlar. Garibaldi’nin talimatıyla Societa, aynı yü Prusya’ya karşı savaşan İtalyan ordusuna 10 bin Frank ve 45 gönüllü gönderir. Tüm bu yaşananların üzerine az önce kilisenin yanında gördüğümüz Garibaldi Restoran adının da tesadüf olmadığı sonucunu çıkarabiliriz…
İtalyan İşçi Birliği’nin tam karşısındaki bina Pinto-Fresko Pasajı, bugünkü halinden çok daha farklı olarak pasaj bir zamanlar İstiklal Caddesi ve Tepebaşı arasmda bir geçit görevi görüyordu. Binanın yerinde bulunan ahşap konağın ilk sahibi Bahriye nazırlarından birisinin bankeri olan Fresko idi. Fresko, konağını Pinto Ailesi’ne sattı. Pintolar ahşap konağı yıktırıp yerine iki caddeyi birleştiren bir apartman yaptırınca binanın adı da Pinto-Fresko Pasajı olarak kaldı. Neo-klasik üslup özellikle binanın Meşrutiyet Caddesi’ne bakan tarafında ve günümüze kadar ulaşan bina içindeki tavan süslemelerinde kendisini gösterir. Giriş kapışırım yanındaki mermere Rumca olarak işlenmiş Kafe Zivopolion yazısı halen durmaktadır.suRjye pxs\)i kyNKU pxsxjl
Süriye Pasajı Aynalı Şark Pasajı Markız
Tünere doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Hollanda Elçili Abud Aüesi’ne ait olan bu devasa apartman 1908’de Rum mimar Vasiliadis tarafmdan yapıldı. Kandilli’de de kendi isimlerini taşıyan bir yalıları olan Suriye’den gelme Mehmed ve Ahmed Abud kardeşler ticaret yaparak zengin olmuşlardı. Küçüksu ile Kandilli arasında, bugün de varolan ve Abud Efendi Yalısı diye bilinen yalıları vardır. Abud Kardeşler’in, 1896’da bir et kıtlığı zamanında dört vapur dolusu hayvanı İstanbul’a getirip ucuza satarak karaborsacılara darbe vurdukları anlatılır. Abud Kardeşler, dürüstlüklerinden dolayı hem halk hem de devlet ricali tarafından pek seviliyordu. Kendileri hakkında anlatılan bir hikaye de şöyle: Mehmed Abud Efendi, Meşrutiyet ilan edümeden önce Bosna ile iyi ilişküer kurarak Bosnalı tüccarlara kredi açmıştı. Ancak, aynı yıllarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı işgal edince Abud Efendi’nin borçlan orada kalmıştı. Aradan yıllar geçti ve bir gün Abud Efendi, Mercan’daki ticarethanelerine çok sayıda Boşnak geldiği haberini aldı. Bir de gidip baktığında omuzlarında heybeleriyle kırk-elli Boşnak’la karşılaştı. Boşnak-lar, heybelerini boşalttıklarında ortaya, ölen Boşnakların ödenmesini vasiyet ettiği yüz binlerce altın çıktı.
Bir girişi de Gönül Sokak’tan olan pasajın içinde geçmişte olduğu gibi bugün de ağırlıklı olarak kürkçüler ve deritiler bulunuyor. Mezeleriyle ünlü meyhane Çatı da bu pasajda. Tüm bunların dışmda pasajın esküerinden birisi de Apoyevmatini Gazetesi. Yüzyılın başında İstanbul’da çok sayıda Rumca gazete ve dergi yayımlanıyordu. Bunlardan geriye sadece “akşamlık” anlamına gelen Apoyevmatini kaldı. Gazete 1925 yüında Ligor Yaveridis tarafından kuruldu ve o günden bugüne yayımlanıyor. Bir zamanlar binleri bulan tirajı bugün sadece dört yüz. Pasaja Türkiye’nin en uzun ömürlü Fransızca gazetesi olan İstanbul (Stamboul) da vardı. 1875’ten 1965’e kadar haftada altı gün kesintisiz yayımlanan gazete, Fransızca olmasına rağmen ilk çıktığı yıllarda İngüiz yanlısıydı. Sonradan, Fransız çıkarlarım sa-‘ vunmaya başladı. Tahta sıralı Cine Centrale (Santral Sineması), Balt-: hasard Şapka Mağazası, Haciras Birahanesi, Sokrat Boyahane ve Temizleme Evi, Terzi Şakir, Peysiz Şapka Evi ve Valery Kitabevi de yine p bu pasajdaydı.Eski adı Timoni olan Gönül Sokak’ın sonundaki Nil Pasajı bu sokağı Aşmalı Mescid Sokağı’na bağlıyordu. Adını bir dönem Nil isimli bir lokantanın burada olmasından alan pasaja 1950 yılında bir kat daha eklendi. Beş yıl sonra da Turing Kurumu ve Macar lokantası Çardaş buraya taşındı. 1950’li yılların İstanbulunda İstanbullulara çigan müziği eşliğinde gulaş ve fırında kaz yeme lüksünü sunan Çardaş, 1960’larda yok oldu gitti. Gönül Sokak’ı geçer geçmez Aynalı Şark Pasajı’na (Passage Orientale) varıyoruz. Uzun süren sessizliğin ardından Aynalı Şark Pasajı yenilenerek geçtiğimiz yıl tekrar açıldı. 19. yüzyılda pasaj, kitapçı Köhler Kardeşler, Mandus Matbaası, kuaför Kristich, terzi Mulieri ve Regis, iplikçi Kalagas ve St. Peters-burg Cafe-Restaurant’a ev sahipliği yapıyordu. Zaman içinde tüm bu mağazalar yok oldu. En son da Markiz Pastanesi…
Markiz’in bulunduğu yerde yüzyılın başlarında, buradan taşınma hikayesinden bahsettiğimiz Lebon vardı. Lebon karşı tarafa taşınınca 1942 yılında bu yeri Avedis Ohanyan Çakır işletmeye başladı. Çakır, Fransa’dan getirdiği Meunier adı verilen çikolata fırınıyla Marquise de Sevigne çikolatalarının kalitesine ulaşmak ve tanıtmak için pastanesine Markiz admı vermişti. “Markiz”, Ortaçağ Avrupa’sında kont ile dük arasında yer alan soylu “marqui”nin eşi anlamında kullanılan Fransızca “marquise” kelimesinden geliyordu. Markiz’in yazısının üzerindeki kraliçe tacı da bu anlatımı doğrular nitelikte…
Markiz’in kendine has bir havası vardı. Duvarlarını Fransız sanatçı J.A. Amoux imzalı ilkbahar (Le printemps) ve sonbahar (L’automne) isimli Art Nouveau fayans panolar süslüyordu. Bu panoları halen görmek mümkün. Kış (L’hiver) panosu ise Paris’ten İstanbul’a gelirken yolda kırılmış. Muhtemelen yaz (L’ete) mevsimini betimleyen pano da zaman içinde aynı kaderi paylaşmış. Bugün bu panoların bir benzeri Kalamış’taki Villa Mon Plaisir Yalısı’nda bulunuyor. Fayans panoların dışmda Mazhar Resmor Beyin yaptığı vitraylar iki savaş arası dönemin Art Deco tarzının İstanbul’daki son örneklerinden. Ayrıca, Leuminier imzalı fınnı, dekoratör İbrahim Sarfiyef in yaptığı camlı pasta vitrinleri üe lambriler, Ermeni usta Cezerliyan’ın yaptığı kar tonpiyer süsleriyle Markiz Pastanesi dönemin sanat ve edebiyat çevresini kendisine çekmeyi başarmıştı. Markiz, İstanbul’daki entelektüel kesimin buluşma noktasıydı. Ünlü edebiyatçılar, şairler, sanatçılar ve fikir adamları Markiz’in ünlenmesinde büyük rol oynadı. Namık Kemal’den Ziya Paşa’ya Orhan Veli Kanık’tan Haldun Taner’e birçok ünlü isim adeta Markiz’le özdeşleşmişti. Uzun edebiyat sohbetleri, güncel konular ve siyasi tartışmalar Markiz’in kendine has havası içerisinde yapılırdı. Ümit Yaşar Oğuzcan, platonik aşkı Ayten’e Markiz’de yazmış…
Önce 6-7 Eylül 1955 olayları, ardından da Beyoğlu’nun 1960’lı ve 70’li yılların bozulan yapısı Markiz’in de sonunu getirdi. Markiz müşterilerine son servisini 1965’te yaptı. Bir ara oto tamircisine çevrilmek istendi ancak Haldun Taner’in girişimleriyle koruma altına alındı ve uzun yıllar süren bir yalnızlığa terk edüdi. Yıllar yılı Galatasaray’dan Tünel’e doğru yürüyen hemen her İstanbullu, bir kere de olsa Rus Konsolosluğu binasının karşısındaki tozlu camlara şöyle bir başım dayayıp içerisini seyretmiş, Mösyö Michelle’in, Madam Annette’in ve arkadaşlarının arkalıksız kartondan yapılmış maketlerine bakıp eski günleri yad etmiştir. Eski günler geri geldi ve bir zamanlar Beyoğlu’nun seçkin mekanlarından olan Markiz Pastanesi 2003 yılı sonlarında yeniden açıldı, ancak Beyoğlu’nun değişen ortamına ayak uyduramadığından olsa gerek birkaç yıl içinde tekrar kapandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.