Pera Palas’a geldik. Burayı bu kadar bilindik yapan birçok neden var. Öncelikle, Tepebaşı’nm en görkemli ve en ünlü oteli olan Pera Palas, Türkiye’nin (daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu’nun) ilk beş yıldızlı oteli. Yapıldığı yıllarda hiçbir otel Pera Palas’ın temizliğine, konforuna ve gösterişine sahip olamamıştı. 1955’te Hilton Oteli yapılana kadar da uzun yıllar da tek beş yıldızlı otel olarak kaldı.
Pera Palas, 1891’de az önce uzunca bahsettiğimiz mimar Vallauri tarafından ünlü Orient Ekspress treninin zengin yolcularını ağırlamak amacıyla inşa edildi. Uluslararası Büyük Oteller Kumpanyası (Compagnie Internationale des Grands Hotels) adlı şirket tarafından yaptırılan ve yapımı on yıl süren otel, yapıldığı günlerde Tepebaşı’mn en yüksek binasıydı. Bu dokuz kadı otelin hantal yapısı, hepsi birbirinden farklı neo-klasik cephe düzenlemeleriyle zenginleştirilmişti. Otelin iç dekorasyonunu yapan Vagon-Li (Wagon-Lits) şirketi tüm malzemelerin en kalitelisini kullanmıştı. Günümüzde otelin birçok mobüyası, sıhhi tesisatı, kapı kollan, elektrik donanımı orijinal olup yapıldığı günden bu yana kullanılmaktadır. Açıldığı günlerde çevresindeki bazı binalar gibi Amerikan Konsolosluğu da elektriğini Pera Palas’tan alıyordu.
Pera Palas uzun tarihi boyunca özellikle de işgal günlerinin İstanbul’unda birçok ünlü ismi ağırladı. Mustafa Kemal, İstanbul’da olduğu günlerin çoğunda Pera Palas’ta kalmıştı. Bunun dışmda İsmet İnönü’den Mısır Hıdivi Abbas’a, İran Şahı Rıza Pehlevi’den ünlü aktris Greta Garbo’ya kadar Pera Palas’ta kalmış isimlerin listesi otelin lobisindeki panoda duruyor. Otel, tansiyonu yüksek ve kanlı olaylara da sahne oldu. 1941 Mart’ında, yani İkinci Dünya Savaşı’nm en hareketli günlerinde İngiltere’nin Sofya Büyükelçisi Sir Rendall, içkisini almak üzere bara doğru ilerlerken, antrenin mermer merdivenlerine bırakılan bavullardan birisi patladı. Büyükelçi sağ kurtulsa da olayda ikisi polis dört kişi öldü ve lobi büyük hasar gördü.
Otelin koridorları esrarengiz olaylarla doluydu. Bunlardan en ünlüsü şüphesiz Agatha Christie ile ilgili olanı. Dünyaca ünlü İngiliz kadın romancı Agatha Christie, on bir gün süreyle kaybolduğunda gelip Pera Palas Oteli’nin 411 numaralı odasında kalmıştı. 1920’li yıllardaki bu ortadan kaybolma ve ardındaki gerçek ancak yetmişli yılların sonunda Los Angeles’ta oturan ünlü medyum Tamara Rand tarafından ortaya çıkarılmıştı.
Kılığı beğenilmeyince otele alınmayan Mersinli Rum Fetros Bodosa-ki sinirlenerek 1915 yılında oteli satın aldı. Bodosaki, oteli işlettiği süre boyunca yalnız yabancı, özellikle de Yunan bayraklarıyla süslemiş, Türk bayrağı astumamıştı. 1919’da oğlu Torna Anastiadis oteli devraldı ancak işletemeyerek zarar ettirince otele haciz geldi.
Önce devlet tarafından işletilmeye başlanan otel 1928 yılında Atatürk’ün Suriye günlerinden yalan dostu Misbar Muhayyeş tarafından satın alındı. Muhayyeş-çocuğu olmadığı için 1949 yılında bir vakıfname hazırladı ve her yıl bayramlarda elli fakir çocuğun giydirilmesnıi ve otelin yıllık kira gelirinin Darüşşa-faka, Darülaceze ve Verem Savaş Demeği arasında bölüştürülmesini vasiyet etti. Uzun yıllar vakıflar tarafından işletilen otelin hisselerinin büyük bir kısmı özel teşebbüsün elinde bulunuyor.
Pera Palas Oteli’nin yanındaysa Natanson adlı bir Yahudi’nin 1911 yılında açtığı Garden Bar bulunuyordu. Kapısında her daim üniformalı bir Rus generalin durduğu Garden Bar’ın “Kazaska Kralı Büyük Kazbek” türünden, sabahlara dek süren şovları oluyordu. Garden Bar 1939 yılında bir gece yerle bir oluverdi.
Pera Palas’ın tam karşısında küçük bir lokanta var. Burası, İstanbul’da İran yemekleri yapan yegane yer. Gerçi biraz reklama girdik ama bahsetmekte zarar yok; İran mutfağı denince ilk akla gelen, ince uzun bir tür pirinçten yapılan İran pilavı “çilav” ile bazı ülkesel ve yöresel et yemeklerini burada tatma şansınız vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.